Kadın hakları için çalışan STK'ler neler yapıyor, kimlerle ortaklaşa çalışıyor, dayanışma yeterli mi? Türkiye'de kadın hareketi 10 yıl sonra nerede olabilir? Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği'nden Berfu Şeker anlattı.
(11 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Vakayiname programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Güven Güzeldere: Vakayiname’ye hoş geldiniz. 95.0 FM Açık Radyo’dasınız. Programı Ömer Madra, Özlem Teke ve ben Güven Güzeldere birlikte sunuyoruz. Bugün konuğumuz Berfu Şeker. Hoş geldiniz Berfu hanım.
Berfu Şeker: Hoş bulduk.
Ömer Madra: Merhaba, hoş geldin.
Özlem Teke: Merhabalar. Konuğumuz Berfu Şeker, Marmara Üniversitesi Sinema-TV bölümü mezunu. Yüksek lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi Eleştiri ve Kültür Çalışmaları programından almıştır. Feminist ve LGBTİ+ hareketlerinde örgütlenmiştir. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nde savunuculuk alanında çalışmakta. Metis Yayınları'ndan çıkan “Başkaldıran Bedenler: Türkiye'de Transgender Aktivizm ve Altkültürel Pratikler” isimli derleme bir kitabı bulunmaktadır. Tekrar hoş geldiniz.
GG: Üç gün önce, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü, geçen hafta bunun ışığında Türkiye'deki kadın hareketinin evrilmesiyle ilgili gazeteci Nadire Mater konuğumuz olmuştu. Bugün de bu tartışmaya devam etmek istiyoruz, fakat onun yanı sıra Berfu Şeker'in de çalıştığı Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği nelerle uğraşıyor? Bu dernek aynı zamanda pek çok başka platformun da üyesi. Genel olarak kadın hareketini, kadın haklarını destekleyen STK'lar hakkında biraz konuşalım dedik. Fakat belki onlardan da önce, şimdi 8 Mart her sene geliyor, ama sonra neredeyse anında unutuluyor. Tabii yani hepimizin belki bunda sorumluluğu, payı var bir parça. Bu sene de epey hareketli görüntülere sahne oldu 8 Mart. Siz belki daha da yakından takip ettiniz. Unutulmamasına da belki bir damla faydası olur diye bu sene 8 Mart’ta… Bu sene de özel bir sene aslında çünkü İstanbul Sözleşmesi'nden çekildikten sonra Türkiye'nin ilk 8 Mart'ı oldu. Neler oldu, nasıl gitti? Biraz buradan başlayalım mı?
BŞ: Tabii ki de. 8 Mart'la ilgili şöyle bir gelişme yaşanıyor üç yıldır; iktidarın 8 Mart yürüyüşünü yasaklama ve engelleme yönünde bir çabası var. Sadece 8 Mart değil, aslında, 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nde de aynı şeyin yaşandığını görüyoruz. 25 Kasımlarda Tünel Meydanı’ndan Taksim'e doğru, 8 Martlarda da Taksim Meydanı'ndan Tünel’e doğru aslında yıllarca yürüdük kadınlar olarak, translar olarak, LGBTİ+’lar olarak. Fakat 2019’dan beridir bir engelleme çabası var. İlk başta 2019’da bizi uzunca bir süre alanda tutup -Taksim Meydan'da- sonra da gazlarla saldırıp arka sokaklara inmemize sebep olmuşlardı ama kadınlar yine Karaköy'e doğru yürüyüşü tamamladılar. 2020 senesinde keza Taksim'e bütün çıkışlar bariyerlerle kapatıldı. Yine de kadınlar bir yolunu bulup Sıraselviler’de buluştular ve oradan Karaköy'e, aşağı indiler. Geçen sene de yine Sıraselviler’de bütün engellemelere rağmen buluşmuştuk ve aşağıya doğru yürümüştük, yürüyüşümüzü tamamlamıştık. Bu sene çok daha fazla bir engelleme çabasıyla karşı karşıya kaldık. Sıraselviler’e dahi çıkmamıza izin vermeyecek şekilde polis sabahtan beri örgütlenmişti ve bariyerlerle o Firuzağa'nın bildiğiniz meydanını kapatmışlardı. Böylece Sıraselviler’i aşağıdan, Cihangir'den çıksak da erişemedik. Biz mesela birkaç arkadaşımla, yirmi kadın birlikte Firuzağa Kahvesi’nin önünde kapalı kaldık iki buçuk saat boyunca ve hiç kimse vazgeçmedi. Yani birbirimize ulaşamadık saatlerce, kadınlar bir araya gelemediler polisin tüm engellemeleriyle. Ancak yine de vazgeçmedik ve iki buçuk saat boyunca o soğuğun altında bekledik ve bariyerler bir şekilde aşıldı, kadınlar bir araya geldiler, lubunyalar bir araya geldiler ve Cihangir Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçtik, yürüyüşü de orada tamamladık. Daha sonra da -bir parti oluyor, biliyorsunuz, 8 Mart Gece Yürüyüşlerinden sonra- parti yaptığımız mekanda bu sefer engelleme çalışmaları, çabaları devam etti. Biz girdikten yaklaşık bir yarım saat sonra falan mekanı terk etmemiz söylendi. Dışarıdaki arkadaşlarımıza gaz sıkılmış, polis şiddeti uygulanmış, bayağı bir orada itiş kakış olmuş anladığımız kadarıyla. Yüzüne sprey sıkılanlar vardı. Dolayısıyla çok etkilenmiş olan arkadaşlarımız vardı. Partiyi bile engellemeye çalıştılar. Ellerinde yasal bir emir, bir kağıt, gösterebilecekleri bir belge dahi olmadan bizi mekandan çıkardılar. Bir ara mekanın kapılarını da üstümüze kapatmaya çalışmışlar hatta, onu da sonradan öğrendik. Ama yine de o mekandan çıkıp başka bir mekanda devam ettik. Yani bu seneki şeyler, engellemeler çok daha sertti ve giderek de sertleşecek gibi duruyor. İktidarın kadınlara karşı tutumu açıkçası bu şu anda.
Tabandan gelen LGBTI+ ve kadın direnişi
ÖM: Ufak bir şey söyleyeyim, pardon; yani partiyi engellemek için herhangi bir gerekçe gösteriyorlar mı?
BŞ: “Parti yapamazsınız.” Sadece, tek söyledikleri şey bu, “burayı terk edin, yoksa hepinizi gözaltına alacağız.” Avukat arkadaşlarımız hani elinizde yazılı bir şey var mı, gerekçe var mı, belge var mı diye sormalarına rağmen böyle bir şeyin de olmadığını gördük. Dolayısıyla tamamen keyfi, tamamen işte bir yerlerden verilen emirlerin uygulanması şeklinde bir engelleme kararıydı.
GG: Evet, yani kadınların hiç olmadığı bir dünya istenemiyor elbette, çünkü işte “Üç çocuk yapacaksınız, beş çocuk yapacaksınız”, kadınlara ihtiyaç var… Kadınların tamamıyla görünmez olduğu bir dünya herhalde bu iktidarın çok isteyeceği bir dünya olurdu, fakat kadınlar görünür olmaya devam ediyorlar bütün engellemelere rağmen ve bana çok açık gözüküyor ki kadın hareketi Türkiye'de kalıcı, ama bu iktidar gidici, fakat kadın hareketi devam edecek. Peki bu kadın hareketini destekleyen sivil toplum kuruluşlarından, derneklerden biraz da bahsedelim istiyorum. Sizin aktif olarak çalıştığınız Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nden -başta da söylediğim gibi- üyesi olduğunuz başka platformlar da var, dolayısıyla belli bir iş birliği de görüyorum, biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
BŞ: Tabii, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği 1993 senesinde kurulmuş bir dernek. Bir araştırma projesiyle başlıyor; kadına yönelik şiddetin etkilerini ve yasaları araştırdıkları bir projeyle başlıyor ve bunun yanında da bir feminist örgüt kuruyor dernek. Kurulduğu günden beri kendini hareketin bir parçası olarak görmüş bir dernek olmuşuz. En önemli yaptığımız işlerden bir tanesi, Kadının İnsan Hakları Eğitim Programını oluşturmak diyebilirim. 16 haftalık bir feminist eğitim programı bu ve bu eğitim programıyla birlikte kadınların kendi yaşadıkları, ataerkil tahakküm yüzünden yaşadıkları şiddet ve bununla ilgili deneyimleri birbiriyle paylaşarak güçlendikleri, aynı şekilde de yasalar hakkında, mekanizmalar hakkında bilgi edinerek şiddet sarmalından çıktıkları ve özgürleştikleri bir program bu. Aynı zamanda da feminist örgütlenmeyi de teşvik etmek üzere kurgulanmış bir program. Taban örgütlenmesini Türkiye'de yaygınlaştırmak için, özellikle bir modülü bulunan bir program. Hatta Muş Kadın Çatısı, Van Kadın Derneği gibi OHAL sonrasında kapatılan dernekler Kadının İnsan Hakları Eğitim Programını alan kadınlar tarafından kurulmuştu. İzmir'de, Çanakkale'de böyle yerel örgütler var. Dolayısıyla örgütlenmeye özellikle çok önem veren bir dernek, bunu söyleyebilirim. Bunun dışında da kadın hareketinin var olan diğer, hani Türkiye çapındaki ağların da her zaman bir parçası olmuş ya da bu ağları bizzat kurma görevi de üstlenmiş bir dernek olduğunu söyleyebilirim. Örneğin pek çok işte kampanya, kadın haklarının, Türkiye'de yasaların geliştirilmesi ve cinsiyetçi öğelerden ayrılması için yürütülen kampanyalarda sekreterya yürütmüş ve diğer kadın örgütleriyle bir arada aktivizm yapmış bir dernek. Bunlar arasında 4320 sayılı kanun var, Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu reformları var; biliyorsunuz, 4320 sayılı kanun, 6284’ün, yani Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Koruma Kanununun öncülü, 1998 senesinde çıktı. Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu reformları da bu kanunların aslında ataerkil bakış açısından sıyrılmasını hedefleyen ve başarılı olan, 2000’li yılların başında gerçekleşen reformlar. Yine Anayasa Kadın Platformu'nda etkin rol aldığını görüyoruz, tam eşitlik talebiyle Kadın İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nin ve 6284 sayılı kanunun en son şeyde de çıkmasında kadın hareketiyle birlikte önemli çalışmayı yürütmüş bir dernek. Sadece Türkiye'deki ulusal ağlarda ya da yerel örgütlenmeyi teşvik edici ağlarda yer almamış, aynı zamanda uluslararası feminist dayanışma ağlarının da içerisinde olmuş. Zaten kendi varlığının sebeplerinden, amaçlarından bir tanesinin de bu ağlar arasındaki konuşmayı, bilgi paylaşımını desteklemek olarak da tarif eden bir dernek. Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu isimli uluslararası bir dayanışma ağının da aynı zamanda kurucusu. Şu anda da aslında Kadının İnsan Hakları’nın Türkiye'deki feminist örgütlere göre en özgün yanı diyebileceğim şey, uluslararası kadın hareketinde çok aktif olması ve biliniyor olması ve uluslararasında edinilen deneyimleri ve gelişmeleri Türkiye'ye taşıyor olması, aynı şekilde Türkiye'deki gelişmeleri de uluslararası alana taşımaya çalışıyor oluşu. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi SEDAW diyebiliriz; Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Ayrımcılığın Tasfiyesi Sözleşmesi’nin ilk gölge rapor yazımını koordine etmiş dernek. Dolayısıyla Kadının Statüsü Komisyonu’nda da yine 2000’li yıllarda Türkiye'nin delegasyonuyla birlikte oraya gitmiş ve kadın haklarıyla ilgili önemli kararların alınmasını sağlamış bir dernek. Tabii ki de günümüzde, şu anda henüz hâlâ delegasyonlara katılamıyoruz, çünkü AKP tabii ki de bizi o delegasyonlarda istemiyor, ama vakti zamanında çok etkin bir şekilde buralarda da savunuculuk ve lobicilik faaliyetleri yürütmüş bir dernek.
GG: Peki, ben burada aslında Özlem hanımın dayanışma ve ortaklaşma üzerine bir sorusu olduğunu biliyorum. Ona da bir pas atmış olayım, belki o soruya bir geçeriz.
Tahakküme karşı ortak bir zemin
ÖT: Teşekkür ederim Güven bey. Evet, ben bu soruyu özellikle de iklim aktivizmi yapmaya çalışan bir kadın olarak da yönelteceğim; şimdi dünyada ve Türkiye'de yükselen bir anti-gender akımın, feministlerin ve LGBTİ+’ların küresel kazanımlarını zayıflattığını ya da bu yönde çabaladıklarını görüyoruz. Aslında yerel ve farklı görünseler de yöntem ve söylem bağlamında birbirleriyle çok örtüşen ve genellikle de sağ popülist siyasi akımlarla paralel olarak gelişen bu oluşumlara karşı feministler, LGBTİ+’lar ve hatta ekoloji mücadelesi veren grupların daha çok ortaklaşması gerekmez mi? Ki iklim sorununun da en kırılgan kesimlerinde yine kadınların LGBTİ+’ların ve benzeri grupların daha çok etkilendiği bir süreç olduğunu düşünürsek, birlikte bir mücadele zemininin oluşması sizce hareketlere neler kazandırabilir?
BŞ: Kesinlikle katılıyorum bu söylediğinize. Zaten bizim son yıllarda uluslararası alanda en çok tartışıldığını gördüğümüz şeylerden bir tanesi de bu toplumsal cinsiyet karşıtı, hatta insan hakları karşıtı yapılar ve bunların hükümetlerarası kurumlar başta olmak üzere bütün kazanımlarımızı geriye götürme çabaları… İşte Birleşmiş Milletler alanlarında da bunu yaşıyoruz, İstanbul Sözleşmesi'nin Avrupa'da tartışılmasında da bunu yaşıyoruz ve en son örneği de zaten Türkiye'den, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden bir gece yarısı çıkmasıyla tepe noktasına vardı. Biz bu noktada bütün bu hareketlerin kesişimsel olarak bir arada mücadelesinin çok önemli olduğunu görüyoruz, çünkü en önemli stratejileri bu toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin, otoriter devletler tarafından da desteklenen ya da popülist devletler tarafından da desteklenen bu hareketlerin böl-parçala-yönet gibi bir anlayışının olması. İstanbul Sözleşmesi tartışmasında Türkiye'de bunu çok net gördük diye düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi'nin LGBT+’ları kapsamadığı tartışmaları ya da hükümetin LGBT+’ları gerekçe göstererek sözleşmeden çekilmesi aslında kadın hareketine “makbul” bir kadın hareketi olma yol haritası vermesi demekti. Ne demek istiyorum? Yani ‘Siz LGBT+’lardan ayrışın. Kendi alanınızda çok fazla sağa sola şey yapmadan mücadele edin. O zaman size göz yumabiliriz’in aslında bir ışığıydı ve bu dönemde birtakım tartışmalar da gerçekleşti kadın hareketi içerisinde. Yani sadece kadınları gören, LGBT+’ların üzerinden dönen saldırıların ya da kurumsallaşmış LGBT+ fobinin bir şekilde politikanın, İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili savunuculuğun bir parçası haline getirilmemesi gerçekten de büyük bir tartışma konusu da oldu, ama en sonunda kazanan yıllardır feminist ve LGBT+ hareketleri arasında kurulmuş olan o dayanışma kültürünün kendisi ve o kesişimsellik oldu. Bunu 8 Mart alanında da yaşadık, bunu sosyal medyada da yaşadık. Nasıl yaşadık? Yani anti-gender hareketlerin tek tezahürü, tek görünüş biçimi bu erkek lobileri değil aslında. Bir taraftan da trans dışlayıcı söylemleri benimseyen kimselerin aslında feminist hareketi bir yerden bölmeye çalışması olarak görmek lazım. İktidarın daha önce şey çabasını da gördük, işte Türk, milliyetçi feministler gibi bir oluşum ortaya çıkarması ya da trans dışlayıcı birtakım söylemlerin daha da örgütlenerek, daha da desteklenerek -belli ki iktidar tarafından bazı kanatlardan da desteklenerek- daha da büyüklermiş gibi görünmeye çalıştıklarını görüyoruz. Ama buna karşı feminist direniş LGBT+ ve feministler arasındaki o ortaklıklara sahip çıkarak “Trans kadınlar transtır” diye bu sene alanda gayet kapsayıcı bir şekilde bu dışlayıcı ve ayrımcı, şiddet dolu pratiklere karşı durmayı başardı. Bunun dışında diğer hareketlerle ortaklık konusunda da çok katılıyorum size. Feminist ve LGBT+ hareketlerinin dışında insan hakları hareketleriyle, ekoloji hareketleriyle, yani hak, özgürlük için savaşan, tahakküme karşı duran, erkek egemen sistemin aslında bütün bu meselenin kaynağında olduğunu gören ve sömürü sistemine karşı duran bütün hareketlerin hem toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında hem de özgürlük, demokrasi, adalet mücadelesi anlamında bir arada durması çok önemli ve bu ulus ötesi ağlar kurmak da çok önemli, çünkü dediğiniz gibi yaşadığımız şey sadece Türkiye'de tezahür etmiyor ya da sadece Polonya'da tezahür etmiyor; Latin Amerika'da da aynı şeyin olduğunu görüyoruz, Afrika'da da aynı şeyin olduğunu görüyoruz, Asya ülkelerinde de olduğunu görüyoruz, çünkü bu 1995 senesinden beri aslında eşitlik ve özgürlük karşıtı bir avuç zengin erkeğin bütün kaynakları paylaşmasını isteyen ve kadınları, bütün azınlıkları sindirmeye çalışan -şiddet yoluyla- bir şeyin, girişimin parçası, arkasında büyük bir gücün olduğu birtakım hareketler oluşturulmuş, mücadelemizi parçalamak adına oluşturulmuş hareketler, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler dediğimiz meseleler. O yüzden onlara kesişimsel bir yerden ve dediğim gibi, mücadeleyi mümkün olduğunca genişleterek örmek çok önemli. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme sonrasında tam da böyle bir niyetle biz İstanbul Sözleşmesi İçin Birlikte diye bir kampanya yürütmeye başladık, dernek olarak sekreteryasını yürütüyoruz. İçinde şu anda 27 tane kurum var Türkiye'den, Avrupa'dan ve uluslararası kurumlar da dahil olmak üzere ve orada söylediğimiz şey şuydu, yani bizim bunu sadece bir İstanbul Sözleşmesi meselesi ya da kadın hakları meselesi ya da işte kadın ve LGBT+ hakları meselesi olarak değil, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına, genel olarak eşitlik ve özgürlük mücadelesinde vurulmaya çalışan bir darbe olarak görmemiz gerekiyor ve bütün eşitlikçi güçlerin demokrasi talebinde birleşerek haklarımızı, feminist mücadeleyi de desteklemesi, LGBT+ mücadelesini de desteklemesi ve İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere bütün bu saldırı altında olan uluslararası normlar standartlar ve haklara -ulusal bağlamda da yasalara- saldırılar söz konusu, bunlara karşı durması gerekiyor. Sadece kadınlardan beklenmemesi gerekiyor İstanbul Sözleşmesi'ne sahip çıkılması konusunda. Dolayısıyla çok katılıyorum size. Böyle bir bütüncül mücadelenin ancak karşımızdaki bu güçlü yapıyla mücadelede etkili olabileceğini düşünüyorum.
Kadın Statüsü Komisyonu'nun bu seneki ilk teması: İklim krizi ve toplumsal cinsiyet eşitliği
ÖM: Belki ben de şeyi ekleyeyim, buna çok denk düştü, yani kesişimsel bir mücadele biçiminden, bütünlükçü, bütünsellik içeren bir mücadeleden bahsederken yine bir kadının, önemli bir kadının başını çektiği bir mücadele haberinin de tam ortasındayız aslında; Ukrayna'nın en önemli iklim değişikliğiyle ilgili iklim bilimcisi Svitlana Krakovska bir şey başlattı, Avaaz internet platformu üzerinden ve çok ilginç bir şey, yani yeryüzün en önemli, temel sorunlarından biri olan, belki de birincisi olan meselede şeyi söylüyor, “Putin füzeleri kentlerimizi yerle bir ediyor ve çocuklar da dahil olmak üzere sivilleri öldürüyor. Bu dehşet verici bir durum. Ve bütün dünya Putin'in Ukrayna'ya açtığı savaşı durdurmak için seferber olmuşken Rusya'nın en büyük ticari ortağı olan Avrupa hâlâ milyarlarca dolarla bu savaşı besliyor. Artık yeter diyor.” Yani Avrupa liderlerine ve finans dünyası CEO'larına Rusya’nın fosil yakıt ihraç ettiği ülkelerle bağlarını koparması çağrısı yapıyor. Göreceğiz tabii hepimiz ama yani “Bir anne ve kardeş ve evlat olarak söylüyorum, bu dehşet verici bir durum ama bugün hepimiz bu korkunç savaşta fark yaratmaya yardım edebilecek bir şey yapabiliriz.” diyor. Çok önemsiyorum bunu, yani bu yeryüzünün en büyük iki korkunç şeyi bir arada anan bir kadın bu Svitlana, onun başında. Gene bu hareketin başında da bir kadın var, dört çocuklu bir kadın, ilginç yani.
BŞ: Evet, yani kesişim noktalarını aslında dünyada da hani daha çok konuşmaya başladık diyebiliriz. Bu sene Kadın Statüsü Komisyonu haftaya başlıyor; ilk teması iklim krizi ve toplumsal cinsiyet eşitliği. Bu ikisinin arasındaki bağlantıları kurmaya çalışacak Kadının Statüsü Komisyonu ve sonunda çıkacak karar da -umuyorum- toplumsal cinsiyet karşıtı ya da iklim krizini reddeden bu muhafazakar, köktenci gruplar ve devletler baskın gelmez de bu konuda çıkmış olan gerçekten önemli bir metin olacak. İklim krizinin de en çok kadınları ve LGBT+’ları etkileyeceği, çocukları etkileyeceği zaten ortada. Yani savaşın da en büyük mağdurları zaten bu gruplar. Yaşanacak olan göçlerden tutun, kadınların iklim değişikliği yüzünden hani bedenlerinde, biyolojilerinde gerçekleşecek birtakım değişikliklere kadar iklim krizinin etkilerini en baskın bir şekilde yaşayan kesimler ve bir taraftan hani mücadelenin de en ön kısmında kadınlar, her mücadelede olduğu gibi. Sadece biraz daha, yani kendi kompartmanlarımızdan çıkıp aslında mücadelenin bütüncül olduğunu ve bugün İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen erkek egemen zihniyetin aynı zamanda da maden ocakları açmak için zeytinlikleri talan ettiğini ve bu ikisinin aslında aynı şeyin ürünü olduğunu görmek ve bu mücadeleleri birbirine konuşturabilmek gerekiyor diye düşünüyorum.
ÖM: Evet, günün sözü de yapmıştık dün Açık Radyo'da; “Bu bir fosil yakıt savaşı” diyor Svitlana Krakovska. “Böyle yaşamaya devam edemeyeceğimiz aşikar, çünkü bu medeniyetimizi yok edecek.” diyor. Yani hem bu korkunç savaş hem de iklim şeyi…
BŞ: Evet.
"Kadın hareketinin güçlenerek 10 yıl sonra da hâlâ burada olacağından eminim"
GG: Programın sonuna geldik -sayın Berfu hanım'a son sözü bırakmak için- İstanbul Sözleşmesi'nden de bahsedildi, onun üzerinden bir soru sorayım; Türkiye İstanbul Sözleşmesi'ni ilk yazan ülkelerden birisiydi ve yanılmıyorsam ilk onaylayan ülke oldu. Hatta neredeyse tam 10 yıl önce, yani 10 yıl önceye gitsek Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamak üzere olduğu bir zamanda kendimizi bulacaktık. O zaman sorsaydık, sizce 10 yıl sonra Türkiye'de kadın hareketi nerede olur, diye; herhalde bugün olduğumuzdan daha ileride bir yerde olacağımızı öngörürdü herkes. Fakat tabii bundan 10 sene sonra daha da kötü bir yerde olacağız sonucu çıkmıyor. Aslında buradan yani ne kadar öngörülemez bir durumla karşı karşıya olduğumuz sonucu çıkıyor. Dolayısıyla o soruyla da bitirmek istiyorum; sizce bundan 10 sene sonra tekrar bir program yapıyor olsak kadın hareketi nerede olabilir ya da siz nerede olmasını istersiniz?
BŞ: Bundan 10 yıl sonra ben çok daha iyi olmasını umut ediyorum tabii ki de durumun. Yani kadın hareketi her zaman çok güçlü olacak. Hiçbir zaman gücünden bir şey kaybetmedi. Giderek daha da büyüyor zaten. Feminist hareket her gün daha çok kadının katılımıyla, 8 Mart Gece Yürüyüşlerinde görüyoruz zaten, ne kadar çok genç kadının daha fazla dahil olduğunu, örgütsüz olsalar bile alanlara dahil olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla daha da güçlenecek bu mücadele, çünkü kadınlar bir kere artık şeyi anladılar, “makbul” kadın olmak istemiyorlar ya da erkek tahakkümü altında yaşamak istemiyorlar. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu kadınlar görüyor. Dolayısıyla mücadele büyüyor, mücadele daha da güçlenerek 10 yıl sonra hala burada olacak. Ama yani 10 yıl sonra nasıl bir iktidarla karşı karşıya oluruz ya da önümüzde nasıl engellemeler olur konusunda pek bir şey diyemiyorum, çünkü erkek egemen sistem kendisini tesis etmek için ve yeniden üretmek için türlü türlü şeyler buluyor, yeni yöntemler buluyor, ama bütün engellemelere rağmen kadın hareketinin güçlenerek, büyüyerek 10 yıl sonra da hâlâ burada olacağından eminim. Haklarımız için çabalamaya devam edeceğiz.
GG: Peki, çok teşekkürler. Böylece bu günkü programı bitirelim. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nden Berfu Şeker konuğumuzdu. Çok teşekkür ediyoruz Berfu hanım.
ÖM: Çok teşekkürler.
ÖT: Teşekkürler.
BŞ: Teşekkürler, sağ olun.
GG: Hoşça kalın.